Karalama Defteri

ÖYLESİNE BİR YAZI

Eğitimlere başlarken bazı sorular sorarak başlamayı severim. Pek çok meslektaşım da buz kırıcı olarak, grubu tanımaya yönelik bir araç olarak muhtemelen benzer soruları soruyordur.

Birinci sorum genele sorduğum soru, koçluk kaynaklı bir başlangıç sorusu; “ne için buradasınız?” Diğer sorum tanışma sırasında sorduğum birkaç sorudan bir tanesi olan “gelecek hayaliniz nedir?”

Bu iki soruda da genel bir cevap sıkıntısı veya benzerliği dikkat çekiyor.

Ne için buradasınız sorusuna gelen ilk standart cevap “İK mail attı geldik” şeklinde. Bu neden buradasınız sorusunun bir yanıtı olabilir elbette ama ne için buradasınız sorusu cevabında şimdiki ve gelecek zaman kiplerinin kullanılması gereken bir soru aslında. Yani burada her ne sebeple olursa olsun bulunmaktasınız, peki burada bulunma amacınız nedir sorusunun yanıtını aradığımız bir soru.

Ancak elbette eğitime gönderilen katılımcılarla yöneticileri veya insan kaynakları, eğitimin amacı, neye hizmet edeceği, kurumun bu yatırımı yaparak elde etmek istediği sonuçlar hakkında bilgi vermezse insanlar da zorunlu bir hizmet olarak eğitimlere gelip, çalışmaya amaçsız bir başlangıç yapabiliyorlar.

Eğitim öncesi katılımcılarla, onların yöneticileriyle yaptığım ön görüşmeler bu sorunu aşmaya yönelik önemli bir araç olabiliyor. Katılımcının, bu eğitimden yararlanacak birim yöneticilerinin beklentilerini öğrenmek, kendilerine eğitimin içeriği hakkında bilgi vermek, eğitimciyi tanımalarını sağlamak eğitim salonuna giren ve “eee ne yapacağız şimdi?” sorusuyla oturan katılımcıların yerine, belli bir beklentiyle oturan katılımcılara geçişi sağlıyor.

Kurumlar gerçekten de eğitim planlamalarına ayırdıkları enerjinin bir kısmını eğitim öncesi çalışmalara ve eğitim sonrası takibe de ayırmalılar. Bu şekilde hem eğitimler amacına uygun faaliyetler haline gelebilir hem de bütçeler işe yarar bir şekilde kullanılmış olur kanaatindeyim.

Ama aslında benim değinmek istediğim konu bu değil. Değinmek istediğim konuya ikinci sorumun cevabıyla başlayıp bu iki soruyu bir bakıma birleştirdiğimde konumu tamamlamış olacağım. En azından şu anda yazarken beklentim bu yönde.

“Gelecek hayaliniz nedir?” ikici soru buydu.

Kimi yerlerde 22- 28 yaş aralığındaki çalışanlarda emekli olmak hayalinin yaygın olduğunu gördüm. 30 yıl sonra emekli olacakları günü bekliyor bu çalışanlar. 40 yaş üstünde de zaman zaman gördüğüm bir hayal, emekli olmak. Ama en azından 20 li yaşlara göre o kadar da garip kaçmayabiliyor.

İkincisi – ki aslında en sık karşılaşılanı – egede bir sahil kasabasına yerleşmek, işten güçten kurtulmak ve huzurlu yaşamak. Saçma mı? Kesinlikle değil, keşke ben de bir sahil kasabasında tuttuğum balığı, bahçemde yetiştirdiğim yeşilliklerin, domatesin eşliğinde yiyebilsem. Ege - Akdeniz kültürü zaten çok da benimsediğim ve keyifli bir yaşam tarzına sahip.

O zaman benim bu yazıyı yazmamı sağlayan nedir?

Sabahtan akşama, belki hafta sonları, pek çok zaman akşamları çalışan, tatillerinde belki de laptoplarını yanlarına alıp oradan da maillerine cevap yazan, raporları okuyan geniş bir kitlenin amaçsız kalmış olması yorulmuş olması ve git gide artan bir mutsuzluğun içinde amaçsızlıklarını yeni bir ev, daha yüksek bir pozisyon sevdasıyla telafi etmek zorunda kalmış olmaları beni bu yazıya iten şey. Bunlar amaç olamaz mı, elbette olur, ardından şu soruyu sormak ise bu amacın ne kadar gerçek bir amaç olduğunun cevabını verecektir. Evi aldın ve istediğin daha üst pozisyondasın, şimdi ne olacak? Bu yeni konumun hayatında neyi gerçekleştiriyor, neye hizmet ediyor? Verilecek cevaplar çok kişisel olacaktır, kimine tatmin edici kimine göre ise eksik bir şeyler olduğu hissinin uyandıracak cevaplar olabilir. Ancak cevap verilebilecek midir? Kişi bu cevapları vererek varoluşsal kaygılarından bir nebze olsun arınabilmiş olacak mıdır? Yoksa bu amaç aslında bazıları için bir amaçsızlık göstergesi midir? Kişi bu soruların sonunda kendisinin de bilemediği bir muğlakta anlamsızlığı mı idrak edecektir? Bunu elbette kişilerle konuştuğumuzda görebiliriz ya da amaç dediği hedefleri gerçekleştirmiş bu yolda yıllarını vermiş kişilere “ işte oradasın, şu anda ne hissediyorsun?” sorusunu da sorabiliriz.

Ancak görebildiğim kadarıyla kurumsal yaşamda belirli bir rutinin içinde kalmış çoğu insan, artık gerçekten ne istediğini çok da bilemez bir halde. İstemesi gerekenleri istiyor, herkesin verdiği klişe cevaplarla grubunun bir üyesi olmaktan öteye geçemiyor gibi hissediyorum, kendileriyle konuştukça. Ege’deki sahil kasabası ortak vizyonuna sahibiz milyonlarca çok çalışan yoğun insan olarak. Ertelenen cennetimizin hayali ile koşturur bir haldeyiz günler, haftalar ve yıllar boyunca.

Pek çok insan ya sayısal lotonun peşinde ya da böyle gelmiş böyle gidere hapsetmiş kendisini. Mevcut yapı kişileri “yaşam kavgasında, mücadelesinde” saygın bir yer edinmeye davet ediyor ancak hayatı yaşamak ve hem çalışırken hem de çalışmanın karşılığını aldıktan sonraki keyif, huzur, tatmin, mutluluk; bunlar başka bahara kalmış gibi gözüküyor.

Sahi bu karamsar ( ben okuyunca bana karamsar geldi- bunu hayatın gerçeği diye yüceltmek de mümkün ama ben gerçeğin bu olduğuna inanmayanlardanım) tabloyu düzeltmek mümkün değil mi? Bırakalım gitsin noktasında mıyız , ya da orada mı olmalıyız? Bize öğretilen hayalperest olma, ayakların yere bassın, bunlar saçmalık önemli olan ekmeğini taştan çıkarmak, hayat bir mücadele alanı ya savaşacaksın ve ayakta kalacaksın ya da yok olup gideceksin öğretileri tek gerçeklik midir?

Sanmıyorum. Bu sanal gerçeklikten insanları biraz olsun çıkarabildiğinizde, pek çoğu artık ege kasabasına da sığınma gereği duymadan kendi gerçeklerini dillendirmeye başlayabiliyor. İlk başta kendimizden başlayarak bu gerçeği aramak durumundayız. Kurumlar insanları işgal edilen bir pozisyon, bir görev tanımı olarak değil, potansiyelini gerçekleştirme yeteneklerine sahip bireyler olarak değerlendirmek durumundalar. Bu potansiyelden korkmadan, ona saygı duyarak dokunmalıyız kendi içinizdekine ve etrafımızdakilere…

Bunu neden hakkında yazı yazacak bir konu olarak gördüğüme gelirsek de, insan anlam arayan ve anlam yaratan bir varlık, bu anlam da bir kayıp, kayma veya sapma olduğunda artık kendi yaşamını yaşıyormuş hissini de kaybediyor kişi. Yaptığımız iş anlamlı olmalı, ilişkiler, hobilerimiz, sabahları uyanmamızın bir anlamı olmalı.

Sahi sabahları ne için uyanıyorsunuz? Daha da spesifik olarak bu sabah ne için uyandınız? Şu anda o yolda mısınız? ( kendime de soruyorum ve izninizle biraz düşünmek için artık konuyu kapatıyorum.)

Mehmet Gürsoy

Mehmet Gürsoy Tarih:4.07.2012

Yukarı