Karalama Defteri

DİKKAT AYNA VAR

“Ben” kaç kişidir?

Ben elbette bir kişidir. Ben ayrıca herkestir, her şeydir. Ben tüm eşyadan ( şeylerin çoğulu) bana yansıyandır.

Meşhur hikayeyi pek çoğumuz okumuştur ya da birilerinden duymuştur;

‘Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Çocuk ,babasıyla yürürken birden takılıp düşmüş ve canı yanıp "ahhhhh" diye bağırmış. Sonra ilerideki sarp kayalıklardan "ahhhhh" diye bir ses duymuş ve şaşırmış. Şaşırıp meraklanmış ve tekrar "sen kimsin?" diye bağırmış. Aldığı cevap da aynen "sen kimsin" olmuş. Çocuk aldığı cevaba kızıp "sen bir korkaksın" diye tekrar bağırmış. Dağdan gelen ses de "sen bir korkaksın" diye cevap veriyormuş. Çocuk babasına dönüp "baba ,ne oluyor böyle?" diye sormuş.

"Oğlum, dinle ve öğren" demiş babası ve daha sonra dağa dönerek "sana hayranım" diye bağırmış. Gelen cevap da aynı şekilde "sana hayranım" olmuş. Baba tekrar bağırmış, "sen muhteşemsin" gelen cevap yine "sen muhteşemsin" olmuş.

Çocuk çok şaşırmış ama halen ne olduğunu anlayamamış. Bunu gören baba durumu şöyle açıklamış:

"İnsanlar buna 'yankı' derler ama aslında bu ''yaşam'dır'' diyerek devam etmiş:

"Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır.

Daha fazla sevgi istiyorsan, daha çok sevmelisin!
Daha fazla şefkat istiyorsan ,daha çok şefkatli olmalısın!
Saygı istiyorsan ,insanlara daha fazla saygılı olmalısın!
Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır ve herkes için geçerlidir."
Oğul!.. Şunu hep hatırla: yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın aynada bir yansımasıdır.’

Bu hikayeyi yaptığımız işlerden insanlarla ilişkilerimize de devşirmek mümkün. Çevremizdeki insanlarla kurduğumuz iletişim tarzı, insanlara yönelik sarfettiğimiz sözler bize o kişilerle ilgili değil, kendimizle ilgili pek çok şeyi söylüyor aslında. Ama belki de bizler bunu duymak konusunda çok istekli olmayabiliyoruz zaman zaman. Duymak istemediğimiz kim derseniz, kendimiziz, bizim karanlık yanımız. Debbie Ford’ un Işığını Arayanın Karanlık Tarafı kitabı bu gerçeğe oldukça detaylı bir şekilde değiniyor. Şems-i Tebrizi de Makalat adlı yapıtında aynayla yüzleşmenin zorluğunu anlatmış. Ayna olduğunu teoride bilmekle, o aynaya bakıp aynaya sövmemenin, ayna tozlu dememenin bir insan için ne kadar büyük bir sınav olduğunu çok güzel açıklamış.

Düşüncenin gelişimi, insanı anlamaya yöneltmiş bizleri tarih boyunca. Peki insanı nasıl anlayacağız sorusunun cevabı tüm inançlarda, felsefelerde kendini anlamakla tanımlanmış. “İnsanı anlamak için kendini anla.” “Nefsini bilen Rabbini bilir” Hadisi, Delphi Tapınağındaki “Kendini tanı” öğüdü, Budizmdeki “İçine bak” öğretisi, Hristiyanlıktaki “Cennet krallığı insanın içindedir” sözü sanırım coğrafyalardan, inançlardan bağımsız bir kadim gerçeği söylüyor bizlere. Tıpkı yukardaki hikayede babanın oğluna verdiği derste aktardığı gerçek gibi.

Kendini nasıl bileceksin peki? Hikayeye göre şeytanlar oturmuşlar mutluluğu nereye saklasak diye tartışıyorlarmış. Biri çok uzak galaksilerden birini önermiş, ama ya bir gün oralara gidecek olurlarsa itirazıyla karşılaşmış, toprağın derinlerine gömelim denmiş, kabul görmemiş, yüce dağlar ardı da yeterince zor gelmemiş şeytanlara. En sonunda bir tanesi, hiçbir zaman bakmayı düşünemeyecekleri bir yere, içlerine saklayalım önerisini getirmiş. Bu öneri hemen kabul görmüş diğer şeytanlar tarafından.

Çoğu zaman içe bakmak konusunda istekli olunsa da nasılı hakkında sıkıntı yaşayabiliyor birey. Aslında bunun için kafamızı kendi gövdemize doğru bakmaya zorlamaktan önce sanırım diğer tüm insanlar, canlılar veya cansız nesneler üzerindeki yansımalarımızı görmeye çalışmak belki de en işe yarayabilecek yöntem. Biz tüm Evren’ de kendimizi görmeye, kendimizle ilgili şeyleri görmeye başladığımızda kendimizi tanımayı başarabileceğiz.

Tüm Evren’de kendini görmekten kastım mistik bir anlamda görmek değil. Gerçekten de gördüğüm, duyduğum, deneyimlediğim her şey bana benimle ilgili ne söylüyor sorusunu sorabilecek farkındalıkta olmak ve buna dürüstçe cevap verebilmek. Yani aynanın karşısına çırılçıplak çıkabilmek ve tozu, kiri, kusuru ya da güzelliği aynada aramamak. Aynanın yegane görevi olanı yansıtmaksa, asıl var olanı irdeleyebilmektir kastım. Kusur bulduğumuz her insanda kendimizden bir şey görebilmek, yücelttiğimiz kişilerden yansımamıza bakabilmek, öfkelendiren olay veya insanlarda kendimizi arama cesaretini gösterebilmekten söz ediyorum. Çünkü biz ister görelim, ister görmeyelim, istersek görmeyi reddedelim yaşam her an bize bizimle ilgili ipuçları veriyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi’de görmekle ilgili şu etkileyici sözüyle bizi gerçekle yüzleştiriyor;

“Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.

Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör. Nûh’un ümmeti, Nûh’a “Nerede sevap?” dediler. Nûh “duymamak, görmemek için elbisenize büründüğünüz cihette.

Elbiselerinize bürünüp yüzünüzü, başınızı sardınız; ondan dolayı gözünüz olduğu halde görmediniz” dedi.

İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir.” Mesnevi (Beyit: 1401 – 1405)

O halde ellerimizi, örtülerimizi gözlerimizin önünden çekelim ve bilelim ki her an karşımıza ayna çıkabilir, aman kırmayalım.

Mehmet Gürsoy Tarih:22.06.2012

Yukarı